17 Ekim 2010

Bir Başka Gece

Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı Magic Box’ın memleket semalarında deneme yayınıyla salınmaya başladığı, yurt sathındaki köy, kasaba ve şehir manzaralarına çanak antenlerle dolu balkonların ve çatıların eklendiği, televizyonculuğun devlet tekelinden kurtulmasının ise artık an meselesi olduğu o günlerde TRT’nin 1990-1991 yeni yayın dönemine can havliyle yetiştirdiği bir yapımdı Bir Başka Gece. 5 Ekim 1990 tarihli o cuma akşamında saatler 21.00’ı gösterdiğinde TRT’nin birinci kanalında yayın hayatına başlayan Bir Başka Gece o an itibariyle eli kulağında olan bir başka devrin de habercisiydi. Magic Box’ın hemen ertesi gün deneme yayınına son verip ismini de Star1 olarak değiştirerek resmen yayına başlamasıyla doksanlı yılların o çılgın ilk yarısının kırmızı kurdelesi kesilmiş oldu.

Yapımcılığını Türker İnanoğlu’ya ait olan Ulusal Radyo Televizyon kurumu adına Faruk Bayhan’ın üstlendiği ve bölüm başına maliyeti o zamanın parasıyla 100 milyon TL olarak açıklanan Bir Başka Gece ile TRT kendi ekranında ilk defa kurum dışında hazırlanmış bir eğlence programına yer veriyor ve böylelikle kendi çapında bir devrim yaşıyordu. Yapımın genel yayın yönetmeni olan Çetin Çeki aynı zamanda programın sunucularından biriydi ve ona o dönemin pek popüler dizisi Geçmiş Bahar Mimozaları’nın yıldız oyuncusu Ceylan Palay eşlik etmekteydi. Bir Başka Gece stüdyolarından daha sonra sunuculuklarıyla Çiğdem Tunç, Ceylan Saner, Sibel Tan, Alev Baymur, Ebru Cündübeyoğlu, Özlem Dinçer gibi isimler de geçecek ve Bir Başka Gece ekranın en çok sunucu eskiten programlarından biri olacaktı.

Cuma gecelerine “Bu gece, bu gece bir başka gece” nidalarıyla yüklü jeneriğiyle ayak basan Bir Başka Gece zengin içeriğiyle hem bu iddiasının arkasında duruyor hem de isminin hakkını veriyordu. Doksanlı yılların o yeni yeni aydınlanmaya başlamış günlerinde Necef Uğurlu ve Kandemir Konduk imzalı skeçler, Cenk Koray’ın sunduğu yarışmalar, Hıncal Uluç’un hazırladığı spor bölümü, İzzet Öz’ün seçtiği yabancı klipler, Halit Kıvanç’ın Hadi Anlat Bakalım’ı, çocukların dönemin şarkıcılarını canlandırdığı taklit yarışması, Çetin Çeki ve Yasemin Bozkurt’un her hafta başka konuklarla gerçekleştirdiği ve adı henüz “talk show” olmamış sohbetleri, moda haberleri, kamera şakaları ve aktüalite köşesiyle Bir Başka Gece o koca onyılın geri kalanında ekranda olup biteceklerin daha o günlerde hazırlanmış bir özetiydi adeta.

Bir Başka Gece’nin müziğe ayrılan dakikaları ise bu cafcaflı TRT programının hem televizyon izleyicisine hem de dönemin müzik piyasasına en büyük kıyağı oldu. 1990 sonbaharı itibariyle TRT kanallarının sayısı beşe ulaşmış olsa da böylesine donanımlı bir yapım ilk defa ekrana geliyor, bunun bir sonucu olarak yayın saati geldiğinde ülke çapındaki hanelerde gözler Bir Başka Gece’ye çevriliyor, cuma gecelerinin sonradan daha da kıymetlenecek olan bu “prime time” kuşağında böylelikle müzik üreticisi Bir Başka Gece sayesinde dönemin hemen her şeyi satın alıp dinlemeye hazır müzik tüketicisini avcunun içine alıveriyordu.

Bir Başka Gece’nin ilk dönemlerinin müzik içeriği her müzik zevkine hitap etmek amacıyla hemen her hafta bir adet türkücü, bir adet sanat müziği icracısı ve bir adet hafif müzik yorumcusunu bir araya getirmişti. Lakin Türk pop müziğinin 1991’den sonraki hareketliliği Bir Başka Gece’nin bu politikasını adı artık “popçu” olmuş şarkıcıların lehine olacak bir biçimde yeniden şekillendirdi. TRT tekelinin kırıldığı, özel televizyon kanallarının bir bir ekrana teşrif ettiği o geçiş döneminde devrin Türk pop müziğinin yıldızları ve yıldız adayları için Bir Başka Gece bu yüzden altın değerindeydi. Gazetelerin televizyon sayfalarını “Bu akşam falanca şarkıcı yeni şarkılarını Bir Başka Gece’de görücüye çıkarıyor.” şeklinde manşetler süslüyor ve bu cümlenin öznesi Aşkın Nur Yengi, Yonca Evcimik, Nilüfer, Hakan Peker, Sezen Aksu, Emel Müftüoğlu, Ajda Pekkan gibi şarkıcılardan herhangi biri olabiliyordu. Bir Başka Gece’de o akşam gerçekten de bu isimlerin yepyeni albümlerinden taptaze şarkıların sıfır kilometre klipleri yayımlanıyor, şarkıcı ve yapımcıların hesapladığı gibi programı hemen herkes izliyor, böylece yeni albüm haberi bir gecede tüm Türkiye’ye yayılmış oluyordu.

Zamane şarkıcılarının son model şarkılarını o akşamlarda Bir Başka Gece’ye taşıyan kliplerin yaratıcılarından biri programın yönetmenlerinden Samim Değer’di. Müziğin artık sadece müzik için değil, pazarlanmak için de üretildiğinin keşfedildiği o zamanlarda Bir Başka Gece’ye çıkma ayrıcalığına erişmiş şarkıcıların ürünlerini ekranın hayali tezgahına dizen eldi Samim Değer bir anlamda. Bir Erol Atar karesinden fırlamış gibi duran assolist görünümlü şarkıcıların dumanlar içinde yuvarlak bir platformun üzerinde dikildiği klipler de, Yonca Evcimik’e 1994’te şarkıcılık kariyerinin ikinci baharını yaşatmış olan 8.15 Vapuru adlı şarkının rengarenk klibi de Samim Değer imzalıydı. Ulusal Radyo Televizyon kurumu kapsamında ve Bir Başka Gece için hazırladığı kliplerde Samim Değer her şarkıcıya hak ettiği muameleyi yapmış ve Türk pop müziğinin televizyon ekranındaki yansımasını seksenli yıllardaki hantallığından arındırıp doksanlı yılların dinamizmine taşıyan isimlerden biri olmuştu. Bu yönüyle Bir Başka Gece’yi Bir Başka Gece yapanlardan ve doksanların Türk pop müziğinin fitilini ateşleyenlerden olan Samim Değer 2004’te vefat ettiğinde arkasında bıraktığı tek marifeti Müjde Ar’ın eski kocası ve Aysel Gürel’in eski damadı olmak değildi.

1991’in son günlerinde Teleon’un yayına başlaması, bunu ülkenin diğer yeni özel televizyon kanalları Show TV, Kanal 6, HBB ve atv’nin takip etmesi, böylece ekrandaki TRT tekelinin geri dönüşü olmayan bir şekilde ortadan kalkması sonucu Bir Başka Gece her cuma akşamı karşısında bulmaya alıştığı izleyicilerini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Zira kendisine televizyonda eğlence arayanlar artık ne cuma akşamına muhtaçtı ne de Bir Başka Gece’ye. Televizyonun yeni ekranlarında klip yayımlayan programların türemesi, Bir Başka Gece için yarattığı formatla Ulusal Radyo Televizyon kurumunun önce Kanal 6’ya İşte Müzik İşte Eğlence ve sonra atv’ye Felekten Bir Gece adlı Bir Başka Gece benzeri yapımları hazırlaması, tüm bunlara ek olarak bir de özel radyoların kurulup müziğin televizyonlardan radyolara taşmasıyla Bir Başka Gece müzik konusundaki vazgeçilmezliğinden de olarak önce televizyon izleyicisinin gözündeki biricikliğini yitirdi, ardından ekrandaki yerini. Nitekim 12 Ocak 1996’da altıncı yaşından gün aldığı o günlerde Bir Başka Gece son kez ekrana geldi ve o akşam doksanlı yıllardaki yayın hayatını tamamlamış oldu.

Bir Başka Gece’nin 270. ve son bölümünde yapımla ilgili görüşlerine yer verilen isimlerden biri Yonca Evcimik’ti. Abone adlı ilk albümü piyasaya çıkalı henüz birkaç ay olmuşken şarkılarıyla 6 Aralık 1991 tarihli Bir Başka Gece’de ilk ekran tecrübelerinden birini yaşayan ve bu yapımı takip eden albümlerinin şarkılarını da ilk olarak Bir Başka Gece ekranından duyuran Yonca Evcimik son kez konuk olduğu Bir Başka Gece’ye şu sözlerle veda ediyordu: “Bir Başka Gece bence Türk televizyonlarının amacına uygun tek eğlence programıydı ve çok başarılıydı. Beş yıldan fazla bir süre boyunca yayımlanmış olması bunu gösteriyor zaten. Bir Başka Gece’nin benim hayatımda çok özel bir yeri var. İlk albümüm Abone’nin klipleri Bir Başka Gece tarafından çekilmiş ve defalarca yayımlanmıştı. Bana çok destek olmuştu Bir Başka Gece. Bu ekibin bundan sonra da başarılı olacağına inanıyorum.

Bir Başka Gece bu bölümüyle son bir kez bir doksanlı yıllar cumasını daha şenlendirdikten sonra televizyon izleyicisinin huzurlarından ayrıldı. Doksanlar fırtınasının ardından 2002’de bir umutla ekrana geri dönse de Bir Başka Gece yeni milenyumdaki formatıyla o eski ihtişamına yaklaşamadı bile. Zira televizyonun müzik ve eğlenceden geçilmez olduğu o curcunalı devre Bir Başka Gece’nin katabileceği bir renk, vadedebileceği bir yenilik yoktu artık. Bir süre sonra hiç kimseyi şaşırtmayarak geldiği gibi gitti ve Bir Başka Gece akıllarda doksanlı yıllardaki haliyle kaldı. O yılların sanki daha bir karanlık geçmiş, sanki daha bir uzun sürmüş gecelerinin dermanı Bir Başka Gece olarak.

10 Ekim 2010

Müzik Dergisi

1993-1994 dönemine ait cumartesi akşamüstü vakitlerini bugün bile böylesine berrak bir şekilde hatırlayabilmemin sebebidir Müzik Dergisi. Doksanların o naif yıllarında Kanal 6’da yayımlanan bu program beni haftanın o saatlerinde televizyonun karşısına çiviler, artık ellerime sığmaz olmuş kartonetlerin içinden bir çırpıda geçirip albümlerin ötesindeki aleme taşır, şarkıların ve şarkıcıların sırlarına erdirirdi. O dünyayı merak etmemişlerin, kartonet kokusuna aşina olmayanların ve bir albümü şarkıları kadar kartonetiyle de sevenlerden olmamışların bir hafta sonu eğlencesi deyip geçivereceği Müzik Dergisi’ne o günlerdeki teslimiyetim bundan olsa gerek. Yıllar öncesinin o zaman dilimlerinin zihnime yüksek çözünürlüklü hatıralar olarak kazınmış olması da.

Müzik Dergisi’nin ismini ilk olarak 1993 sonbaharında Kanal 6’nın yeni yayın dönemi tanıtımlarında duymuştum. Birkaç yıllık geçmişine rağmen artık semirdiği anlaşılan Kanal 6 bu görüntülerde Orhan Gencebay, Sibel Can, Bülent Ersoy, Kayahan, Ajda Pekkan ve Sezen Aksu gibi memleketin yıldız şarkıcılarına hazırlattığı Süper Saat adlı bir dizi programın yanına bir başka müzik programı daha koyduğunu ilan ediyordu. Televizyon izleyicilerinin gün boyu maruz kaldığı bu şaşaalı tanıtımlarda Müzik Dergisi adlı bu yeni programın Türkiye’nin müzik gündemini televizyon ekranına taşıyacağı iddia ediliyor, bir dergiden nasıl bir televizyon programı olabileceğini ise benim aklım bir türlü almıyordu.

Yeni yayın dönemiyle birlikte Müzik Dergisi de sonunda ekrandaydı. Programın sunucusu o döneme ait albüm posterlerinin ve dev bir kaset maketinin süslediği rengarenk bir stüdyoda dolanırken benim de gözüm Şafak Karaman adlı bu adamı bir yerden ısırmaktaydı.

Nitekim Müzik Dergisi Şafak Karaman’ın ilk televizyon tecrübesi değildi. Bugünkü adıyla Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nden mezun olur olmaz Şafak Karaman ekranda ilk olarak 1989’da Gençler Üretiyor adlı program ile yer almıştı. O yıllarda henüz TRT tekelinde olan beyaz camın ikinci kanalında yayımlanan ve genç yeteneklere yer veren bu Saip Ertem yapımı Şafak Karaman’ı üniversite kampüsünden almış ve televizyon stüdyolarına getirmişti. Şafak Karaman’ın bunu takip eden ikinci televizyon tecrübesi ise 1990 tarihli Gençlerle adlı programdı. Genç yetenekler ve o zamanların tabiriyle “dış kaynaklı müzik” konulu bu yapım kendine yine TRT’nin ikinci kanalında yer bulmuştu.

Şafak Karaman’ı bir kez daha ekrana taşıyan ve Şafak Karaman’ın kariyerinin şekillenmesinde en büyük etkisi olan televizyon programı ise Yepyeniler ’90 adlı yapımdı. Yapımcılığını ve yönetmenliğini Ertuğrul Solakoğlu’nun üstlendiği 1990 tarihli bu program ülkenin televizyonculuk anlayışının hızla değişmekte olduğunun da bir işaretiydi. Bu program için dönemin yeni ve popüler şarkıları TRT izleyicisinin aşina olmadığı bir tarzda kliplendirilmiş ve bu yepyeni içerikle program perşembe akşamları TRT’nin birinci kanalını şenlendirmişti. Yepyeniler ’90 aynı zamanda ekranların sponsor destekli ilk müzik programıydı. Fruko Tamek’in Yedigün’ün 1990 yazındaki satışlarını desteklemek amacıyla sponsor olduğu bu program o dönemin en çok ses getiren yapımlarından biri olmuştu.

Çok başarılı geçen bir yaz döneminin ardından Fruko Tamek soğuk içeceklere olan talebin sonbaharın gelmesiyle birlikte azalmasını sebep göstererek programdan sponsor desteğini çekti ve Yepyeniler ’90 1990 sonbaharında ekrana veda etti. Fruko Tamek’in 1991’in bahar aylarında yapıma yeniden sponsor olacağı ve programın 1991’de yoluna devam edeceği duyurulduysa da Yepyeniler ’91 diye bir program hiç olmadı. Bunun bir sonucu olarak Şafak Karaman da ekranlardan uzak kaldı ve bu süre boyunca Milliyet’in müzik sayfasında Şafak Vakti adlı köşesindeki yerli ve yabancı müziğe dair eleştiri yazılarıyla yer aldı.

1993’te Kanal 6 ekranlarında yayın hayatına başlayan Müzik Dergisi Şafak Karaman’ın televizyon geçmişini doksanların o en bereketli ve curcunalı günlerine bağladı. Lakin Yepyeniler ’90 adlı programın ardından geçen o kısacık zamanda köprünün altından çok sular akmıştı. Artık “hafif müzik sanatçısı” yoktu, “popçu” vardı. Sayıları her gün artmakta olan şarkıcılara paralel olarak televizyon kanalları da çoğalmıştı. Yeni şarkıcıların ve onların yepyeni şarkılarının pazarlanabilmesi için televizyonun bu yeni ekranlarında çeşit çeşit eğlence programının peydahlandığı bir devirdi bu. Yeni albümleri piyasaya düşen şarkıcıların ilk önce Çok Özel ve Top Secret gibi kim kiminle nerede ne yapmış temalı yapımlara malzeme olduğu bir devir. Şarkı ve şarkıcıların Türkiye’nin her yerinden 1 dakikası 5833 TL olan 900’lü hatlar aracılığıyla yarıştırıldığı, şarkı ve şarkıcılar hakkında ise başka da bir lafın edilmediği Top 20 ve türevi programların o altın devri. Elindeki kartonetler ve kafasındaki sorularla ekran başında bekleşenin de beklediğiyle kaldığı böyle bir tantananın ortasında meraklısına başka hiçbir programın vadetmediği bir içerikle teşrif etti ekrana Müzik Dergisi. Müzik dergisinden televizyon programı olur muymuş, olursa nasıl olurmuş gibi sorularımı da bir güzel cevaplayarak.

Şafak Karaman’ın hazırlayıp sunduğu, yapımcılığını ve yönetmenliğini ise Alparslan Bozkurt’un üstlendiği Müzik Dergisi popüler müziğin ciddiye alınmadığı, üstüne kafa yormaya değer görülmediği, alt tarafı ritmine alkış tutulsun veya darbukasına bel kıvrılsın diye üretildiği görüşünün hakim olduğu bir ekranda söz yazarlarından, bestecilerden, aranjörlerden ve müzik yapımcılarından bahseden tek programdı. O dönemde gazetelerin televizyon sayfalarında “Programda listelerde yer alan şarkıların klipleri ekrana geliyor.” şeklinde tanımlanmış olsa da Müzik Dergisi bir klip programı değildi. Zira radyo ve televizyonları dolduran şarkıların sadece yorumcularıyla anıldığı o günlerde Müzik Dergisi ekranda kendisine ayrılan süreyi bu şarkıların mutfağındaki isimlere söz hakkı vermek için de kullanıyordu. Her müzik dergisinin olduğu gibi Müzik Dergisi’nin de her hafta bir “kapak konusu” vardı. Ürünleriyle albümleri ve isimleriyle kartonetleri dolduran İskender Paydaş, Garo Mafyan, Aykut Gürel ve Sarp Özdemiroğlu gibi müzisyenler Müzik Dergisi’nin aranjörler kapak konulu bölümü sayesinde ilk defa ekranda kendilerini ifade etme fırsatı buldular. O zamanların en aktif müzik patronlarından olan Şahin Özer ve Aydın Oskay gibi yapımcıları ziyaret edip onlara prodüktörlükten ne anladıklarını soran ilk program prodüktörler temalı bölümüyle yine Müzik Dergisi oldu. Müziğin mutfağında kimlerin ve nelerin piştiğini meraklısına ilk duyuran da Müzik Dergisi’ydi. Yeşim Salkım, Asya, Demet Sağıroğlu ve Yıldız Tilbe’nin o dönemde yayımlanan ilk albümleri henüz stüdyo aşamasındayken ilk önce Müzik Dergisi tarafından ele alındı. Anadolu’daki satış noktalarını da dikkate alan Top 10 listesiyle Müzik Dergisi albüm tirajları konusunda da sırtını sadece İstanbul’daki satış noktalarına veya 900’lü hatlara dayayan o zamanların şarkı yarıştırma listelerine göre çok daha güvenilir bir kaynaktı. Program çekimlerinin TRT usulü sabit kamera yerine o zamanlar sadece MTV programlarında rastlanılan seyyar kamera ile yapılması ve programın bir neslin kelime haznesine “albüm”, “prodüksiyon”, “müzikmarket” ve “vokal performansı” gibi sözcükleri kazandırmış olması da cabası.

Velhasıl meraklısı için o yıllarda cumartesi günleri Müzik Dergisi demekti. Yayın süresinin sonunda izleyicisini kendi dünyasına kafası boş göndermemeyi seçen Müzik Dergisi’ni Şafak Karaman o günlerde şöyle tanımlıyordu: “Müzik Dergisi gerçek anlamda bir müzik programı, gelişigüzel bir müzik programı değil. Bizim bir misyonumuz var. Türkiye’de müzik adına olup biteni dolaylı değil, doğrudan sizlere yansıtmak. Sadece bir klip programı yapmak değil. Müzikal anlamda sizleri bilgilendirmek ve sizleri seçici olmaya yöneltmek. Biz bu programda yeni prodüksiyonları ekrana getiriyoruz, ama hepsine iyi demiyoruz. İyiyse iyi, kötüyse kötü. Her şey tarafsız bir şekilde önünüze seriliyor ve tercihi sizler yapıyorsunuz. Şimdiye kadar da yapmış olduğumuz hiçbir yorumda yanılmadık. Hiç yanılmadık. Bu şarkıcı şu noktaya gelecek, şu şarkıcı burada olacak dedik ve dediklerimiz çıktı.

Müzik Dergisi bu formatı ve Şafak Karaman’ın yukarıda özetlediği içerik ve iddiasıyla 1993-1994 dönemi boyunca Kanal 6 ekranlarında salındıktan sonra 1995’te Kanal D’ye transfer oldu. Program bu yeni kanalında ismini de değiştirdi ve ekranda Rifle Music Club ismiyle yer aldı. Programın 1996’daki durağı ise TGRT idi. Bu yoğun trafiğin ardından Şafak Karaman’ın doksanların sonuna doğru atv’de Sabah Keyfi ve Pop 40 gibi yapımlara yönelmesinin bir sonucu olarak Müzik Dergisi’nin o pırıltılı kapağı bir süreliğine kapandı ve böylelikle program doksanlı yıllardaki ömrünü tamamlamış oldu.

Müzik Dergisi’nin sayfaları 2000’li yıllara ise 2005’te TV8 ekranlarında açıldı. 2007’de Kral TV’ye, oradan da 2008’de KanalTürk’e taşınan Müzik Dergisi’ndeki değişiklikler bu yeni milenyumda sadece yeni bir logodan ibaret değildi. 2000’li yıllarda Müzik Dergisi Şafak Karaman’ın ifadesiyle hala “Türkiye’nin tek gerçek müzik programı” idi, lakin programın ekseni artık ülkenin polemik ve sansasyon soslu müzik gündemiydi. Yelkenlerini “çok özel” ve “top secret” görüntülerin yarattığı magazin rüzgarıyla doldurmayı amaçlayan şarkıcılar gibi Müzik Dergisi de “rating” getirecek röportajların peşine düşmüştü. Dönemin popüler şarkıcıları Müzik Dergisi’ne davet ediliyor, Şafak Karaman tarafından yöneltilen kışkırtıcı sorular eşliğinde ifadeleri alınıyor ve bu sorgu ortamında “olay yaratacak şok açıklamalar” yapılması umuluyordu. Şebnem Ferah’a Özlem Tekin’in şarkıcılık kariyeri hakkındaki görüşlerinin ve Türkiye’nin ilk kadın rock şarkıcısının kim olduğunun sorulması, Hande Yener’den Erol Köse ile olan sorunlarının ayrıntılarının ve bakkal müziği yapan şarkıcıların isimlerinin istenmesi, Deniz Seki’yle yapılan söyleşide yeni şarkılarının ucunun bir şekilde Hüsnü Şenlendirici bahsine bağlanmasının sebebi hep bu “sarsıcı haber” arayışıydı.

Buna rağmen şarkıcılara hiçbir yerde sorulmayan sorular 2000’li yıllarda da yine Müzik Dergisi’nde soruluyordu. Fakat bunlar artık öyle sorulardı ki, Şafak Karaman’ın karşısında oturan şarkıcının bu sorulara kameraların önünde dürüst cevaplar vermesini beklemek hiç de gerçekçi olmuyordu. Müzik dünyasında olup bitene şahit olan akıl sahibi hemen her insanın aklına gelebilecek ve sorulması gereken sorulardı bunlar gerçi, ama bu soruların muhatabı olan şarkıcının dürüstlük uğruna albüm satışlarını, patronuyla ilişkisini, piyasadaki prestijini tehlikeye atması boşuna bekleniyor ve Şafak Karaman’ın sorularına köşeleri yuvarlatılmış, siyaseten doğru hale getirilmiş ve büyük ihtimalle basın danışmanı süzgecinden geçirilmiş ezbere cevaplar veriliyordu.

Şafak Karaman’ın 2008’de Müzik Dergisi’nde Pınar Aylin’le yaptığı söyleşi de böyle enstantanelerle yüklüydü. Akranı birçok şarkıcı gibi 2000’li yıllarda doksanlardaki şöhretini hasretle anar olmuş Pınar Aylin yeni albümünü Şahin Özer’in şirketinden çıkaracağını duyurmuş, lakin Aslolan Ben adlı bu albüm 2007’nin son günlerinde Seyhan Müzik etiketiyle ve içinde Şahin Özer’in adının zikredilmediği bir halde piyasaya verilmişti. Pek parlak şarkılar barındırmayan bu albümün çıkış şarkısı ise yapıma çok da faydası olmayacak olan Çanta adlı bir şarkıydı. Tüm bu gelişmeler üzerine Müzik Dergisi’ne konuk olan Pınar Aylin’in ifadesi Şafak Karaman tarafından şöyle alınıyordu:

ŞK: Bu albüm senin diğer albümlerine kıyasla ne kadar tatminkar?
PA: Çok objektif bir şey söyleyeyim mi sana, hiçbir albümüme bu kadar çok güvenmemiştim. İlk defa albümün her şarkısıyla gurur duyuyorum.
ŞK: Çanta adlı şarkın önceki albümlerinde hit olmuş Deliler Gibi, Bekletme veya Ya Sen Gidip De kadar etkili bir şarkı mı sence?
PA: Evet, etkili bence.
ŞK: Etkili?
PA: Evet. Sözler özellikle çok etkili.
ŞK: Bence Pınar Aylin’in en çok güvendiği albümünün çıkış şarkısı Çanta olmamalıydı.
PA: Peki, saygı duyarım.

ŞK: Doksanlarda albüm yapan şarkıcılar arasında A, B ve C klasmanları vardır. Sen kendini hangi klasmanda görüyorsun?
PA: Bence doksanlardan bugüne kadar gelebilen herkes çok iyi bir iş çıkarmıştır.
ŞK: B klasmanında mısın şimdi?
PA: Bilmiyorum. Onu siz takdir edeceksiniz. Ben öyle bir şey söyleyemem kendimle ilgili olarak.
ŞK: Şu anda C klasmanındasın.
PA: Öyle mi diyorsun?
ŞK: Şu anda ordasın.
PA: Çok acımasızsın. Ben öyle zannetmiyorum, ama yine de cevap vermiyorum sana.

ŞK: Sen bu albümü Şahin Özer etiketiyle çıkarmayacak mıydın? Ne oldu da Seyhan Müzik’ten çıktı?
PA: Evet, öyleydi. Ama son anda birtakım özel nedenlerden dolayı, Şahin Özer’le bir problemim olmadan, hatta fazla dost olduğumuz için böyle bir karar aldık.
ŞK: Ben ikna olmadım. Şahin Özer’le yola çıkmışken bu albümü şimdi neden Seyhan Müzik’ten çıkardın?
PA: Şahin Özer bir dönem bazı zorluklar yaşadı. Yeterli derecede bu albümle ilgilenemeyecekse sözleşmemizi iptal etmesini rica ettim. O da öyle yaptı.
ŞK: Tazminat falan istedi mi?
PA: Hiçbir şey istemedi.

ŞK: Seyhan Müzik bu albüme mali katkıda bulundu mu?
PA: Hayır. Albüm Seyhan Müzik’e hazır olarak gitti.
ŞK: Albümün masraflarını kendin mi karşıladın?
PA: Bir kısmını ben karşıladım, bir kısmını Şahin Özer karşıladı.
ŞK: Şahin Özer sana hibe mi etti bu albümü?
PA: Sana ne?
ŞK: Ne demek sana ne? Maliyeci olmadığım açık. Gazeteci olduğum için soruyorum.
PA: Seviyoruz birbirimizi. Şahin Özer benim ağabeyim.

ŞK: Satışlar nasıl?
PA: Satışlar iyi.
ŞK: Albümü kaç adet bastınız?
PA: Onu ben bilmiyorum, Seyhan Müzik biliyor.
ŞK: Yani bir albüme para yatırıyorsun, Seyhan Müzik’e bu albümü çıkar diyorsun ve kaç adet basıldığını bilmiyorsun, öyle mi?
PA: Ben ticaret yapmıyorum, ben sanatçıyım.
ŞK: Ben size inanmıyorum. Hiç inandırıcı gelmiyorsunuz bana.

Müzik Dergisi’nin 2008’deki bir diğer konuğu ise Gülay Eralp’ti. 1995’te yayımladığı Nefes Nefese adlı albümünün üzerinden 12 yıl geçtikten sonra Gülay Eralp’in 2007’de yeni bir albüm yayımlaması, Benim Sevdam adlı bu albümün adı sanı duyulmamış isimlerin iddiasız şarkılarını içermesi, yapımın tüm masraflarını Gülay Eralp’in tek başına karşılamış olması, albüme eşlik eden basın bülteninde Gülay Eralp’in “Üç buçuk kişiyle savaşmaya geldim. Kast ettiğim üç kişi Demet Akalın, Gülşen ve Betül Demir. Buçuk ise Bengü.” demesi ve ardından “Hande Yener ikiyüzlü. Ben bakkal müziği yapıyorum. Onun gibi süpermarket müziği yapmayacağım.” şeklinde demeçler vermesi Gülay Eralp’i de alıp Müzik Dergisi’nde Şafak Karaman’ın karşısına oturttu:

ŞK: 12 yıldır albüm yapmıyordun. Şimdi neden albüm yapma gereği duydun?
GE: 12 yıl boyunca hep sahnedeydim ve çok başarılıydım. Uzun zamandır sektördeyim. Piyasaya biraz uzaktan bakmam gerekiyordu. Her şeyin bir zamanı var. Şimdi zamanı olduğunu düşündüğüm için albüm yaptım.
ŞK: 12 yıl bence çok uzun bir süre. Bu süre boyunca albüm yapmamış olmanın başka bir sebebi olmalı.
GE: Hayır, başka bir sebebi yok. Albümün arenası canlı performans sergilediğiniz yerlerdir. Ben demek ki, 1995’te çok iyi bir albüm yapmışım ve 12 yıl boyunca o albüm sayesinde sahnede var olabilmişim.
ŞK: Yapma canım ya! Bunun sebebi o albüm değil, belki de sahne performansının doyurucu olmasıdır.
GE: Bunu irdelemenin manası yok ki.

ŞK: 12 yıl aralıklarla albüm yapılmasını doğru bulmuyorum.
GE: Evet, normal değil. Ama ne zaman hazır olunursa o zaman yapılmalı. Zorlanmamalı. Doğru bir proje olmalı.
ŞK: Peki bu doğru bir proje mi?
GE: Evet.

ŞK: 12 yıl boyunca teklif almadığın için albüm yapamamış olabilir misin?
GE: Hayır, aldım.
ŞK: Kimlerden aldın?
GE: Firma ismi olarak şimdi hatırlamıyorum.

ŞK: Bu albümün bütçesi sana mı ait?
GE: Evet, bana ait.
ŞK: Neden sana ait?
GE: Öyle olmasını istedim.
ŞK: Albüme baktığımda piyasada bilinen isimlerle çalışmadığını, yeni isimlerle çalıştığını görüyorum. Bu durum albümün bütçesinin sana ait olmasından mı kaynaklanıyor?
GE: Hayır. Bu isimler ileride iyi yerlere gelecek olan isimler.

ŞK: Kadın şarkıcılar arasında kendini iyi bir yere koyuyor musun?
GE: Tabii ki.
ŞK: İddialıyım diyorsun yani.
GE: Evet, iddialıyım.
ŞK: Ben de bunu anlamıyorum. Bu kadar iddialı olan bir şarkıcı neden 12 yıl boyunca albüm yapmaz? İmkanları neden zorlamaz? Doğru proje durumunu anlıyorum, ama neden 12 yıl boyunca o durumu yaratmak için bir şey yapmaz? Madem bu kadar iyi bir şarkıcıyım diyorsun, şimdi sektörde daha güçlü bir noktada olmalıydın.
GE: Hiç albümüm yokken Aydın, Cenk Eren ve Fatih Ürek’in olduğu Etiler gibi bir piyasada çalışan tek kadın şarkıcı bendim.
ŞK: Saydığın isimlerin de albüm yapmak gibi bir kaygısı yok. Sahneyle stüdyo şarkıcılığı arasında büyük farklar var. Sen sahne şarkıcısı mısın, stüdyo şarkıcısı mısın?
GE: Her ikisi de.

ŞK: Kendi albümünün prodüktörlüğünü yaparak artık prodüktöre ihtiyacım yok mu demek istiyorsun?
GE: Kendim yapmak istiyorum.

ŞK: Üç buçuk kişiyle savaşmaya geldiğini, Hande Yener’i ikiyüzlü bulduğunu söylemişsin. Bu sivri sözler bir pazarlama yöntemi mi?
GE: Hayır.
ŞK: Bu tarz polemikler kendini ifade etmek için bir araç olarak değerlendiriliyor. Bu senin için de geçerli mi?
GE: Ben fikirlerimi söylüyorum.
ŞK: Magazin figürü olmak seni rahatsız eder mi?
GE: Eder.

Müzik Dergisi’ne yön veren Şafak Karaman seksenlerin sonundan beri televizyonda ve doksanların başından beri de Türk popüler müziği piyasasının içinde. Bu yüzden bu programın tüm günü klip sunarak geçiren VJ’lerden veya öğlen kuşağının izlenme rekoru avcılarından daha parlak sorular üretmesi doğal. Müzik Dergisi bu yönüyle bugün televizyonlarda yer bulmuş birçok programdan daha işlevsel bir yapım. Zira şarkıcıları karşısına alıp yaptıkları müzikten bahseden, onlara mesleklerinden bahsetme fırsatı veren pek fazla program yok. Ama bir şarkıcının geçen hafta sonu hangi barda kiminle görüntülendiğinden ziyade en son albümündeki düzenlemeleri neden ona değil de şuna yaptırdığını merak eden bir müzik dinleyicisi güruhu doksanlardaki gibi hala mevcut. O kitlenin sormak istediği soruları soran da işte o VJ çocuklar veya öğlen çayı yıldızları değil, Müzik Dergisi. Sayfaları hep olsun.