25 Eylül 2010

Samra Sökmen 90-60-90 mıydı?

Samra Sökmen gerçek miydi? Böyle bir hadise vuku buldu mu sahiden? Yoksa doksanların Türk pop müziğinin o ilk zamanlarındaki ihtişamından kamaşan gözlerimin, karışan aklımın bana oynadığı bir oyun muydu tüm bunlar?

Doksanların başındaki Türk pop müziği curcunasının kazananlarını ağzım açık izlerken bana arada bir de kazanamayanlar lazım oluyordu. Başkalarının zaferlerini izlerken içimde karanlık bir köşede kendini giderek daha küçük ve daha az hisseden bir çocuk bu manzarada bir de kaybedenler olsun istiyordu. Onlar ekranda tüm olamamışlıklarını ele verirken o çocuk da işaret parmağını onlara doğrultmak ve bu hallerine kahkahalarla gülmek istiyordu. Henüz hiçbir şey kazanmamış olmasına rağmen bu yolla kaybedenlerin üstüne basıvermek ve bir sıçrayışta kazananların tarafına geçmek istiyordu.

Samra Sökmen ile ilgili ilk hatıralarım da işte tam bu döneme rastlıyor. Samra Sökmen meselesini uzun süre çözememiş olmam bundan. Ne kadarı gerçek ne kadarı hafızamın bana bir oyunu bilememiş olmam da bundan. Onunla ilgili gördüklerimi duyduklarımı vaktiyle pek de ciddiye almadığımdan olacak, hafızam bu malzemeye gereken muameleyi yapmış sanki. Neyse ki, kulun hatırlamadığını arama motorları biliyor, onlar da susarsa sahaflar konuşuyor, arşivler ise hiç ama hiç yalan söylemiyor.

Türk pop müziği kendi halinde yuvarlanıp giderken doksanların başında öyle büyük bir tantanayla patlamıştı ki, birdenbire en gözde meslek pop şarkıcılığı olmuştu. Hit olabilecek bir şarkı bulup arkasına bir “kaset” dolusu tıngırtı sıralamak ve şarkıcılığa “soyunmak” işini sözlükteki birinci anlamıyla uygulamaya koymak en hızlısından şöhretin, en kolayından paranın formülüydü artık. Haliyle dönemin magazin basını da günaşırı şarkıcı olmak hevesiyle mankenliği bırakan mankenlerden ve dansözlüğü bırakan dansözlerden bahseder olmuştu. Günlerden bir gün Samra Sökmen adlı bir dansözün de artık dansözlük tekliflerini reddettiği ve evinde şan dersleri almaya başladığı yazılıyordu.

Samra Sökmen’in yolu daha sonra Şahin Özer’inkiyle nasıl kesişti bilemiyorum ama Samra Sökmen nihayet 1993’te muradına erdi ve İn Misin Cin Misin adlı ilk albümü Özer Plak tarafından piyasaya sürüldü. Samra Sökmen bu albüm için tam da Şahin Özer gibi bir müzik patronunu mu aramıştı, yoksa Şahin Özer’in o sıralarda tam da Samra Sökmen gibi bir şarkıcıya mı ihtiyacı vardı, o günlerde henüz kestiremiyordum. Tek bildiğim, bu iki ismin 1993 yılında birbirini bulduğuydu.

Öte yandan Şahin Özer’in tam da Samra Sökmen gibi bir şarkıcıyı aramış olma ihtimali Samra Sökmen’in televizyona çıkması, sesinin ve şarkılarının duyulmasıyla birlikte daha ağır basar olmuştu. Zira Samra Sökmen’in bu albümü ağırlıklı olarak Aysel Gürel imzalı slogan şarkı sözlerinden ve Garo Mafyan’ın beste ve düzenlemelerinden oluşuyordu. Devrin televizyon kanalları interStar ve Teleon’da yayımlanan eğlence programlarında Oh Oh Ne Haber ve “90-60-90, her gören hayran” şeklindeki sözleriyle yorumcusunu tarif ettiğine inanılması beklenen Hayriye adlı şarkılarını seslendiren Samra Sökmen ise şan derslerini pek de ciddiye almışa benzemiyordu. Samra Sökmen’e bu performanslarında Yonca Evcimik’in o dönemki dans grubunun eşlik ettiğini görünce biraz şaşırıyor, Oh Oh Ne Haber adlı şarkının nakaratının ilk dizesi olan “Avareyim avare” lafını fena halde Yonca Evcimik’in Abone’sinin “Aboneyim abone” dizesine benzetiyor, Samra Sökmen ve dans grubunun şarkının tam da bu kısmında Abone’nin o meşhur koreografisini sergiliyor olmasına ise diyecek söz bulamıyordum.

Anlaşılan Yonca Evcimik’in Abone adlı albümünün başarısıyla Arif Susam ve Cengiz Kurtoğlu yapımları etrafında dönen müzik patronluğunun seyri değişen Şahin Özer yeni bir Yonca Evcimik yaratmak ve piyasaya Abone benzeri çok bereketli bir albüm daha sunmak amacıyla Abone’nin sözlerini yazarken tuttuğu kalemini henüz masaya koymaya dahi fırsat bulamamış Aysel Gürel’e ve klavyesinin tuşları hala sıcak olan Garo Mafyan’a bir albüm dolusu şarkı yaptırmış ve bu albüme yorumcu olarak da emekli dansöz Samra Sökmen’i seçmişti. Kim bilir, modern dans kariyerini 1991’de Abone adlı albümüyle şarkıcılığa bağlayan Yonca Evcimik nasıl “yerli Madonna” olduysa dünün oryantal dansçısı bugünün 90-60-90 şarkıcısı Samra Sökmen de Türkiye’nin Ümmü Gülsüm’ü olabilirdi belki de.

Hayır, olamazdı. Olamadı da. Üzerine geçirilen o azimli Yonca Evcimik imajına rağmen Samra Sökmen’in bu albümü onu yılbaşı gecelerinin oryantal dansa ayrılan dakikalarından eğlence programlarının popçu köşelerine taşıyabildi sadece, bundan fazlasına gücü yetmedi. Slogan şarkı sözleri, o döneme has Garo Mafyan soundu ve biraz olsun merhametli olmak gerekirse ait olduğu dönemin en mütevazısı şeklinde tanımlanabilecek Samra Sökmen’in şarkıcılığıyla bir albümün katedebileceği en uzun mesafe de buydu zaten. Kusurları albüm kayıtlarında Zeynep Uğurlu’nun ve Halis Bütünley’in geri vokalleriyle kapatılmaya çalışılan Samra Sökmen’in sesi ikinci bir albümde kendini duyurmaya fırsat bulamadı.

Samra Sökmen’in ilk ve son albümü İn Misin Cin Misin hepten işlevsiz bir yapım değildi elbette. Doksanlar boyunca müzikmarketleri, televizyonları ve radyoları dolduracak olan Garo Mafyan merkezli yapımların bir taslağıydı adeta. Yorumcusu Samra Sökmen’i artık hiç kimse hatırlamayacaksa da bu albümün içerdiği şarkıların envai çeşit türevi bu onyılın sonuna kadar Tayfun, Jale, Reyhan Karaca, Nalan, Bora Gencer ve Taner gibi şarkıcılar tarafından seslendirilecekti.

Samra Sökmen90-60-90, her gören hayran, of aman of aman aman” şeklindeki sözleriyle yorumcusunun fiziksel avantajının altını çizmeyi amaçlayan Hayriye adlı şarkısının eşliğinde bir süre ekranlarda salındıktan ve Orhan Atasoy’un Gemiler adlı şarkısına Umur Turagay’ın çektiği klipte görünüp bizi şaşırttıktan sonra müsaademizi istedi. Bir müddet ortalarda gözükmeyecek ve sonra kısa bir süreliğine bir hava durumu sunucusu olarak yeniden karşımıza çıkacaktı. Lakin onu bir daha şarkı söylerken göremeyecektik. Bu metamorfozun arifesinde kendisine Hayriye adlı şarkısının hikayesi sorulduğunda “Albümüm için Garo Mafyan’la Aysel Gürel’e gittik. Aysel Gürel beni çok beğendi ve vücut ölçülerimi sordu. Ben de 90-60-90 olduğumu söyledim. Aysel Gürel bana inanmadı ve kendi elleriyle beden ölçülerimi aldı. Sonra yarım saat içinde Hayriye adlı şarkının sözlerini yazdı. İsim olarak halktan bir isim olan Hayriye’yi seçti ama şarkıda aslında beni anlatıyordu.” şeklinde cevap verecekti.

Samra Sökmen gerçekten 90-60-90 mıydı? 90-60-90 olmak işine yaramış mıydı? Bu beden ölçüleri şarkıcı olmayan bir şarkıcıyı sanki bir şarkıcıymışcasına pazarlamaya yetmiş miydi? Bu son iki soruyu gelip geçen yaklaşık 20 yılın ardından ne Samra Sökmen’i ne de şarkıcılığını hatırlayan müzik piyasasına yöneltmek lazım. İlk sorunun cevabını ise Barış Manço versin ve böylelikle bu yazıyı sonlandırsın. Barış Manço’nun Milliyet’teki Oku Bakiim adlı köşesinde yer alan ve aşağıdaki fotoğrafın eşlik ettiği 16 Ocak 1994 tarihli yazısından:

Cezaevinden yazan delikanlılar Samra Sökmen’in 90-60-90 üç bilinmeyenli denkleminin ne anlama geldiğini soruyor. Çocuklar, üzgünüm, ne yazık ki, elimde Samra’nın sadece ilk 90’ını belgeleyen güzel bir fotoğrafı var. Sizin için onu yayımlıyorum. Şimdilik bununla idare edin. Tahliye gününüze doğru bir daha yazarsanız geriye kalan 60 ile 90’ını da sayfamıza getirebiliriz.

Söz: Aysel Gürel
Müzik + Düzenleme: Garo Mafyan

16 Eylül 2010

“Adam” olacak kız

Sibel Alaş’ı 1993 sonbaharında bir Yonca Evcimik röportajı vesilesiyle tanıdım. Yonca Evcimik’le o röportajı yapan ben değildim. Orada vuku bulan da tokalaşmalı ve çok memnun olmalı bir tanışma değildi Sibel Alaş’la. Zira elimde dönemin kupon yüklü gazetelerinden birinin bir hafta sonu eki bulunuyordu ve o günlerde Show TV’de Karambol Show adlı programıyla popülaritesine popülarite katmakta olan Yonca Evcimik’le yapılmış bir röportajı okuyordum. Abone dönemindeki kılık kıyafetiyle postal modasını yarattığını, en büyük hobisinin Çikita ve Hipo adlı köpekleri olduğunu ve yaprak sarmasına bayıldığını açıklayan Yonca Evcimik röportajın sonunda işiyle ilgili planları sorulduğunda ise üçüncü albümünün yaz başında çıkacağını müjdeliyor ve bu yapım için vokalisti “Sibel” ile duygu yüklü şarkılar hazırladıklarını ekliyordu.

Sibel”? O da kimdi ki? Uzun zamandır yolunu gözlediğim bu yeni albüm haberine sevinmeyi bile bir kenara bırakıp ben o an tanıdığım tüm Sibel’leri teker teker aklımdan geçiriyor fakat bu Sibel’in hangisi olabileceğini çıkaramıyordum bir türlü. Yazının başında kastettiğim tanışma işte böyle bir tanışmaydı. Çıkaramamalı ve çok merak etmeli.

Başka çarem olmadığı için kendi haline bıraktığım “Sibel” odaklı merakım 1994’ün ocak ayında yayımlanan bir Gecenin Rengi programında nihayet devasını buldu. O dönem cumartesi gecelerini Kanal 6 ekranlarında Çiğdem Tunç ve Mehmet Ali Erbil’in sunuculuğunda şenlendirmekte olan bu “rating” zengini programın konuğu o akşam bir kez daha Yonca Evcimik’ti. Fakat Yonca Evcimik bu kez yanında sadece şarkılarını getirmemişti. Nitekim Çiğdem Tunç yeni albümüyle ilgili çalışmalarının nasıl gittiğini sorduğunda Yonca Evcimik yine vokalisti Sibel’in ismini zikrediyor ve bu sefer yukarıda bahsedilen röportajda yapamadığını yapıp sahneye o gizemli Sibel’i çağırıyordu. Akabinde gencecik bir kızcağız koşar adımlarla alkışlar eşliğinde sahneye çıkıyor, Çiğdem Tunç ve Yonca Evcimik’in arasındaki yerini alıyordu.

O dakikalarda benden başka kaç kişinin daha birkaç aydır demlenmekte olan merakı gideriliyordu bilemiyordum ama ben sonunda Sibel’i görmüş ve muradıma ermiştim. Lakin daha önce Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener ve Levent Yüksel’in Sezen Aksu tarafından piyasaya gururla sunulmasına şahit olmuş olan gözlerime bu manzara ziyadesiyle tanıdık gelmekteydi. Ben bu düşüncelerle meşgulken söze giren Yonca EvcimikSon zamanlarda şarkıcıların vokalistlerini lanse etmesi moda oldu. Ben henüz kendi yerimi sağlamlaştırmaya çalışıyorum. Kimseden yardım görmemiştim. Başarılı, çalışkan ve gerçekten bir şeyler yapabilecek insanlara yardımcı olmak istiyorum. En yakınımda Sibel olduğu için ondan başladım.” şeklindeki sözleriyle o an ekranın yanlış tarafında olmam sebebiyle kendisine yöneltemediğim sorularımı farkında olmadan bir bir cevaplıyordu.

İlerleyen dakikalarda soyadının Alaş olduğunu öğreneceğim Sibel ile ilk röportajını yapmak ise hemen oracıkta Çiğdem Tunç’a kısmet oldu. Bu tek soruluk röportajda Çiğdem Tunç Sibel’e Yonca Evcimik’ten gördüğü bu destek ile neler yapmak istediğini soruyor, Sibel ise fitilinin o akşam o anlarda ateşlendiğini kabul edebileceğimiz şarkıcılık kariyerinin bu ilk röportaj sorusunu “Bu konuda şu an pek bir şey söyleyemiyorum. Şarkıcılığım henüz oturmadı. Öğrenmem gereken daha çok şey var. Fakat biz Yonca’yla evde çok güzel çalışmalar yapıyoruz ve kendimize çok güveniyoruz. Üçüncü albüme şarkı sözü ve beste olarak kendimizden bir şeyler katmak istiyoruz.” şeklinde cevaplıyordu. Böylelikle Sibel’in hem yüzünü görmüş hem de sesini duymuş oluyordum. Merakım giderilmesine gideriliyordu ama kıskançlığım da katlanıyordu bir taraftan. Zira henüz yirmili yaşlarının başında olduğunu tahmin ettiğim ve o an “prime time” müdavimi bir programda milyonlara tanıtılmakta olan bu genç kız gerçekten de şarkılarıyla Yonca Evcimik’in yeni albümünde yer alacaktı. O dünyayı uzaktan seyretmekte ve içine girmek için can atmakta olan benim gibi biri için yutulması çok zor bir lokmaydı bu, çok.

Sibel Alaş bu ilk televizyon tecrübesini o zamanların en çok dinlenen şarkılarından birini seslendirerek taçlandırdı. Kim bilir ne kadar heyecanlanarak Yonca Evcimik’in Karambol adlı şarkısını söyleyen Sibel Alaş’a Yonca Evcimik’in dansçıları eşlik ediyor, şarkının sonuna doğru bu görüntüye Yonca Evcimik de dahil oluyordu. Şarkının finalinde Sibel Alaş ve Yonca Evcimik’i bu “premier” zaferinin sevinciyle sarmaş dolaş görecek ve iki mevsim sonra Sibel Alaş ve Yonca Evcimik işbirliği cephesinde olacakların arifesinde bir süreliğine bu son resim ile idare etmek zorunda kalacaktım.

Doksanlı yılların Türk pop müziğinin en parlak ve en bereketli zamanlarını yaşadığı 1994 yazının başlarında ben de kulaklarımı kabartmış Yonca Evcimik dolaylarından bir ses bir seda beklemekteydim. Mayıs ayında piyasaya sunduğu pek havalı ve bir o kadar da başarılı 8.15 Vapuru adlı single yapım vesilesiyle adından çok söz ettirmiş, uzun kahverengi peruğunu ekranda “Hokai yamaşita kombamba kombamba” nidaları eşliğinde savura savura Abone benzeri bir saadet devri yaşamıştı Yonca Evcimik. Bu döneme eşlik eden gazete ve dergilerdeki haber ve röportajlarda ise ben hala Sibel Alaş’ın izini sürmekte ve bunda zaman zaman başarılı olmaktaydım. Bunların bir örneği Türk pop müziği ile birlikte uykusundan uyanan Hey adlı dergide karşıma çıkıyordu. Rahşan Gülşan imzalı bir haberde Yonca Evcimik’in 8.15 Vapuru ile Kıbrıs’a gidip bir konser verdiği duyuruluyor ve bu habere eşlik eden resimler Sibel Alaş’ın Yonca Evcimik klanındaki faaliyetlerine halen devam ettiğini ele veriyordu. Bunun ardından Number One adlı dergide yayımlanan bir haberde Yonca Evcimik’in yeni albümü müjdelenirken yapımın mutfağındaki söz yazarı ve bestecilerden de bahsediliyor ve artık hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde Sibel Alaş’ın da ismi anılıyordu. Böylece Sibel Alaş’ın o kış Gecenin Rengi adlı programa sırf gecenin herhangi bir rengi olmak için katılmadığını anlıyor, bir de bu sebepten ötürü Yonca Evcimik’in yeni albümünü merakla beklemeye koyuluyordum.

Temmuz sonu ile birlikte müzikmarketler nihayet Yonca Evcimik’in 1994 model albümüne kavuşuyordu. Ben de hemen olay yerine uğruyor, kutlu bir alışveriş sonrası Yonca Evcimik ’94 adlı bu albümün o kışkırtıcı kapağına baka baka eve yollanıyordum. O yıllarda kendime ritüel edindiğim üzere evin steril ortamında bir yandan albümdeki şarkıları dinlerken bir yandan da albümün kartonetini etüt etmekteydim. Mustafa Sandal, Ozan Çolakoğlu, Ercan Saatçi, Aykut Gürel, Kenan Doğulu ve Ozan Doğulu gibi isimlerin yanında bir Yonca Evcimik albümündeki şarkı künyelerinde ilk defa gözüme Yonca Evcimik’in de ismi çarpıyor, dahası ona bunda Sibel Alaş da eşlik ediyordu. İki mevsimdir yolunu gözlemekte olduğum bu albüm bir o kadar zamandır enini boyunu merak ettiğim Sibel Alaş şarkılarını da beraberinde getirmişti.

Yonca Evcimik’in o zamanlarki piyasadaki konumunun altını çizen Bandıra Bandıra ve Kıyamet Günü adlı şarkılar ile açılan albüm bir saksafon melodisiyle başlayan Tükendik adlı şarkı ile devam ediyordu. Sözlerini Yonca Evcimik’in Sibel Alaş ile birlikte yazdığı bu şarkı albümün ilk Sibel Alaş’lı şarkısıydı ve Cenker Sarp’ın bestesi, Aykut Gürel’in akustik düzenlemesiyle tüm zamanların en sevilen Yonca Evcimik şarkılarından biri olacaktı. Arsız Gönlüm adlı şarkının sözlerini ve bestesini Yonca Evcimik ve Sibel Alaş birlikte hazırlamıştı ve bu şarkıyı Yonca Evcimik’in belki de en matrak ve en alaturka şarkısı olan Boomerang takip ediyordu. Sözleri Sibel Alaş’a, bestesi Yonca Evcimik’e ait olan bu şarkıyla birlikte albümün ilk yarısı tamamlanmış oluyordu. Albümün ikinci yarısı ise Yonca Evcimik’in diğer hit adaylarının yanı sıra iki adet Sibel Alaş şarkısı içermekteydi. Sözü ve bestesi Sibel Alaş’a ait olan Anne ve Tut Elimi adlı bu şarkılar albümün öbür ucundaki Bandıra Bandıra adlı şarkının fırlamalığını ve albümün genel olarak yüksek temposunu dengeliyor gibiydi. Anlaşılan Sibel Alaş bu son derece “pop” şarkılar üzerine kurulu albümün arka planını Yonca Evcimik’in desteğiyle kendi naif tarzını yansıtan şarkılarla güçlendirmişti. Sibel Alaş’ın geri vokallerini de taşıyan ve içerdiği 12 şarkının 5’inde Sibel Alaş’ın imzası bulunan Yonca Evcimik ’94 adlı bu albüm hem Bandıra Bandıra’lı hem Tükendik’li kimliğiyle yıllar sonra Yonca Evcimik’in şarkıcılık kariyerinin en başarılı adımlarından biri olarak anılacaktı.

O yaz Yonca Evcimik ’94 adlı albüm içerdiği Sibel Alaş şarkılarıyla birlikte Türk pop piyasasında yol alırken Sibel Alaş da Yonca Evcimik’e bu yolculuğunda eşlik etmekteydi. Albümün beraberinde getirdiği rüzgarla birlikte Ege ve Akdeniz sahillerinde konserler vermekte olan Yonca Evcimik’e Sibel Alaş sahnede geri vokal olarak destek veriyor ve bir albüm şarkıcısı olmadan önceki son yazını yaşıyordu farkında olmadan. Zira o dönemde Yonca Evcimik’in menajerliğini yapmakta olan Zeki Aköz hem şarkıları hem de şarkıcılığıyla dikkat çekmeye başlayan Sibel Alaş’a tam da bu turne esnasında albüm yapma teklifinde bulunacaktı.

Derken bu fırtına dindi, 1994 sona erdi, 1995 yarılandı. O günlerde İzel aşk kokan yıldızlara hasret bir vaziyette açık denizlere doğru haykırıyor, Mirkelam ise koşar adımlarla girdiği Türk pop piyasasını her gün ve her gece meşgul etmeye devam ediyordu. Ben de bu nümayişe kendimi ziyadesiyle kaptırmış olmalıyım ki, bir gün televizyonda beliriveren bir klip beni fena halde hazırlıksız yakaladı. Sibel Alaş olduğuna yemin edebileceğim bir kızcağız Sibel Alaş’a ait olduğundan emin olduğum bir sesle içinde Mustafa Sandal’ın parmağı olduğuna kalıbımı basabileceğim bir şarkıyı söylemekte ve pek gösterişli bir klip ile ekranda salınmaktaydı.

Nitekim olan olmuş, ben kartonetlerin bu tarafındaki dünyada her şeyden habersiz yaşayıp giderken Sibel Alaş ilk albümü Adam’ı hazırlamış, paketlemiş ve hatta müzikmarketlere göndermişti bile. Bir önceki yaz Yonca Evcimik ’94 adlı albümün kartonetinde defaatle zikredilen ismi şimdi kendi albümünü süslüyordu, bu defa “sibelalaş” şeklinde. Yapımın prodüktörü Zeki Aköz, müzik yönetmeni ise Mustafa Sandal’dı ve içerdiği şarkıların çoğu sibelalaş imzalıydı. Albümün lokomotifi olan Adam adlı şarkıya Abdullah Oğuz’un çektiği Melih Çardak’lı klip ekranlardan inmek bilmiyor, radyolar Sibel Alaş şarkılarıyla şenleniyordu.

Her şey iyi hoştu da Sibel Alaş’ın albümünde Mustafa Sandal’ın ne işi vardı? Hem de müzik yönetmeni olarak. Sibel Alaş’ın bu başarılı çıkışını alkışlıyordum ama Yonca Evcimik’le arasının en iyi ihtimalle limoni olduğunu tahmin ettiğim Mustafa Sandal’ın bizim Sibel’in albümündeki varlığını açıklayamıyordum bir türlü. Çünkü 1994 yılının son günlerinde Türk pop şarkıcılarının da katılımıyla ülkenin müzik gündeminin irdelendiği Siyaset Meydanı adlı Ali Kırca programında Yonca Evcimik ’94 adlı albümün Mustafa Sandal imzalı hit şarkısı Bandıra Bandıra erotik içeriği sebep gösterilerek yerden yere vurulurken Yonca Evcimik kendisi için önemli olanın şarkının soundu olduğunu söylemiş, lakin Mustafa Sandal şarkısına yöneltilen pornografik suçlamalarını kabul etmiş ve Yonca Evcimik’in zorlamasıyla böylesine edepsiz bir şarkı ürettiğini ileri sürerek bundan çok pişman olduğunu açıklamıştı. Bunu takip eden günlerde Mustafa Sandal hızını alamayarak Yonca Evcimik’in kesinlikle bir şarkıcı olamayacağı, en iyisi gidip bale yapmaya devam etmesi gerektiği konulu demeçler vermiş, akabinde Yonca Evcimik de Mustafa Sandal’la bir daha çalışmama kararı aldığını camiaya bildirmişti.

1994 kışında Yonca Evcimik’in kendi sahnesinden feragat ederek ilk televizyon tecrübesini yaşattığı ve aynı yılın yaz aylarında yayımlanan albümünde şarkılarını seslendirdiği Sibel Alaş işte bu Mustafa Sandal ile hazırlamıştı ilk albümünü. Albümün kartonetindeki Sibel Alaş imzalı uzun teşekkür yazısında Yonca Evcimik’in ismini göremeyince ben de artık hızımı alamıyor, kendi kendime gelin güvey olmakta bir beis görmeyerek kafamda türlü türlü hikayeler kuruyordum.

Ben bunlarla meşgulken zaman durmadı, aktı, Sibel Alaş’ın hikayesi Adam’dan sonra da devam etti. Sırasıyla 1996 ve 1998 yıllarında yayımlanan Fem ve Çocuk adlı albümleri ile Sibel Alaş doksanların Türk pop müziğindeki naif yolculuğunu sürdürdü. Onu o günlerin en popüler şarkıcıları arasında tutan bu yapımlara Mustafa Sandal’ın herhangi bir katkısının olmaması, öte yandan Sibel Alaş’ın yolunun Yonca Evcimik’inkiyle de kesişmek bilmemesi kurduğum tüm denklemleri altüst ediyor, albüm kartonetlerinde görünmeyenler ekranda da belirmeyince bu bilmece çözülmüyor, çözülemiyordu bir türlü.

Çözümün bir yarısı kartonetler raflarda tozlandıktan ve yaşlar kemale erdikten sonra geldi. Yonca Evcimik’in ilk defa Sibel Alaş şarkıları seslendirdiği Yonca Evcimik ’94 adlı albümün üzerinden on yıl geçmişken 2004’te Aşka Hazır adlı Yonca Evcimik yapımı yayımlandı ve bu albümde 7/24 ve Adın Dün adlı iki Sibel Alaş şarkısı yer aldı. Yıllar sonra yeniden bir Yonca Evcimik albümünün şarkı künyelerinde Sibel Alaş’ın ismi geçiyor ve içime serin sular serpiliyordu.

Çözümün diğer yarısını ise hazır dünya artık iyice küçülmüşken, kartonetlerin ardındaki aleme ulaşmanın da türlü türlü yolu türemişken devrin nimetlerinden faydalanarak Sibel Alaş’tan bizzat talep ettim. Sibel Alaş yaptığı açıklamada Adam adlı albümünün prodüktörü olan Zeki Aköz’ün kendisine albüm yapmaya karar verdiği dönemde Mustafa Sandal’ın da menajerliğini yapmakta olduğunu ve Mustafa Sandal’ın bu albümü vücuda getiren ekibe bu sebeple dahil olduğunu belirtti. Bunun üstüne bir de Yonca Evcimik’in yeni albümünde kendi şarkılarının de yer alacağı müjdesini verdi Sibel Alaş ve böylelikle hem beni bu yıllanmış bilmeceden azat etmiş hem de “Adam” olacak kızın hikayesini oracıkta tatlı bir sona bağlamış oldu.

Kartonetlerin öteki tarafındaki asıl hikaye bizim taraftan görünenden farklı olabiliyor anlaşılan.

Söz + Müzik: Sibel Alaş + Mustafa Sandal
Düzenleme: Mustafa Sandal

09 Eylül 2010

Hot Boza For You

Abone ve 8.15 Vapuru ile birlikte tüm zamanların en büyük üç Yonca Evcimik hitinden biri olan Bandıra Bandıra adlı Mustafa Sandal şarkısı 1994 yazının en çok ses getiren şarkılarından biri olmuş ve yorumcusu Yonca Evcimik’e şarkıcılık kariyerinin en sükseli dönemlerinden birini yaşatmıştı. Bu şarkıyı taşıyan Yonca Evcimik ’94 adlı albümün fırtınasının 1994’ün son günlerine doğru şiddetini kaybetmesiyle birlikte Yonca Evcimik’ten de artık pek haber alamaz olmuştuk. Bir ara kulağımıza kendisine İngiltere ve Fransa’dan tekliflerin geldiği, kendi şarkılarından birini İngilizce sözlerle seslendirip Avrupa pazarına sunacağı çalınmıştı gerçi ama Yonca Evcimik’in şarkıcılarla üç yıllık kontrat imzaladığını bildiğimiz Şahin Özer’in şirketindeki günlerinin 1994 sonu itibariyle sonuna gelmiş olabileceğini tahmin ediyor, sonrasını kestiremiyorduk. Bu belirsizlik bir yıl kadar daha hüküm sürecek, müzik listelerinin Yonca Evcimik’siz geçirdiği 1995 yazının ardından biz hala Yonca Evcimik diskografisinden türlü türlü şarkıya İngilizce sözler yakıştırıyor olacaktık.

Sonbaharın ortalarına doğru yol almaktaydık ki, her zaman olduğu gibi Yonca Evcimik hiç beklenmedik bir anda hiç beklenmedik bir yerden yeryüzüne çıkıverdi. 30 Eylül 1995’te ta Amsterdam’da gerçekleşen bir basın toplantısında Yonca Evcimik Hollanda’dan Outland Records’ın, Türkiye’den ise 2019 Production, İstanbul Plak ve Moment Jeans’in desteğiyle yepyeni şarkılardan oluşan İngilizce sözlü bir “maxi single” hazırladığını ilan ediyordu. I’m Hot For You adlı bu yapımın o akşam Amsterdam’da Chemistry Dance Club’da Türk basınının da katılımıyla gerçekleşen ve Türkiye’de Radio 2019 tarafından canlı olarak yayımlanan tanıtım partisinde yeni imajıyla Yonca Evcimik mekanı dolduran kalabalığa “Hello, Amsterdam! This is the first time I’m in Chemistry. And I’ll present my new single, I’m Hot For You!” şeklinde sesleniyor ve yeni hiti Hot For You ile ilk defa sahne alıyordu. Akabinde şarkı Hollanda’da “12 inç” formatında piyasaya sunuluyor ve Yonca Evcimik sahnelere beklediğimizden de havalı bir dönüş yapmış oluyordu.

Bu pek şatafatlı “comeback” hadisesinin ardından Yonca Evcimik nihayet yeniden görüş alanımızdaydı. Fakat Yonca Evcimik’in bu pek gösterişli son hamlesi kendine o günlerde bula bula ancak magazin programlarında yer bulabiliyor, bu yapımlarda da Yonca Evcimik’in günah yuvası Amsterdam’da yaptığı yeni şarkısının pek sakıncalı pek müstehcen sözlerinden dem vuruluyordu. Tüm bu iddiaların arka planında kullanılan görüntüler ise o günlerde hala tam olarak dinleyemediğimiz bu edepsiz şarkının bir de klibinin olduğunu ele veriyordu. Gördüklerimizden anladığımız kadarıyla yapımın Amsterdam ayağını oluşturan ekip Türkiye’ye gelmiş, Yonca Evcimik’in Yonca Evcimik ’94 döneminden miras sapsarı saçlarını kısacık kesip Yonca Evcimik’i üstünde incecik bir gecelikle gece vakti Tarlabaşı sokaklarında dolaştırmıştı. Yonca Evcimik daha sonra klip icabı bir otel odasına yerleşmiş, yatağın üstüne çıkıp zıp zıp zıplamış ve banyo küvetinde köpükler içinde yorgunluk gidermişti. Hot For You adlı bu yeni Yonca Evcimik şarkısının bu görüntülerden oluşan klibi sıklıkla bu tür haberlere fon ve malzeme oluyor, ama ne yazık ki Türkçe müzik yayımlayan televizyon kanalları bu İngilizce sözlü ayıp şarkıyı ve onun açık saçık klibini yayımlamaktan imtina ediyordu. Yonca Evcimik bu sansasyonel şarkısıyla dönemin şarkılı türkülü eğlence programlarına da çağırılmayınca Amsterdam’da ateşlenen fitil Türkiye sınırlarına bir türlü ulaşamıyor, tüm görüp göreceğimiz ise paparazzi programlarında artık kendini, şarkıyı ve klibi savunmaktan, işin aslını anlatmaya ve kendini ifade etmeye çabalamaktan yorulmuş ve yıpranmış bir Yonca Evcimik’ten ibaret oluyordu.

İngilizce sözlü maxi single hadisesinin yankılarıyla Yonca Evcimik kendi ülkesinde hesaplananın tam tersi istikamette hızla yol alırken aksine Avrupa’da işler pek de fena yürümüyordu. Türk televizyonlarındaki magazin programları şarkının vahimliğini gözler önüne sermek amacıyla şarkının sözlerinin acemice hazırlanmış Türkçe tercümelerini yayımlamakla meşgulken Hot For You adlı şarkı Hollanda listelerinde iki numara olmuş, İngiltere’de BPM adlı programda liste başına yerleşmiş ve Music Week adlı dergiden de beş üzerinden dört yıldız almıştı bile. Türkiye’deki gidişatın belini doğrultmak için bu gelişmeler Türk basınına iletilse de olayların seyri değişmiyor ve yayınlansa artık da şu cehennemlik şarkıyı doya doya bir dinlesek dediğimiz maxi single geciktikçe gecikiyordu.

Tüm bunlar olup biterken bu prodüksiyonun sahipleri promosyonu bu denli olumsuz seyreden bu yapımı Türkiye’de pazarlayabilmenin tek yolunun içine Türkçe şarkılar sokuşturmak olduğu kanaatine varmış olacak ki, Yonca Evcimik birdenbire İngilizce şarkılardan oluşan bir maxi single yerine yarısı Türkçe yarısı İngilizce şarkılardan oluşan bir albümden bahseder oldu. Şeytan icadı şarkı Hot For You’nun pek de yapıcı olmayan rüzgarı da zaten artık iyiden iyiye zayıflamış ve 1995’in son günlerine gelinmişti.

Tam da o günlerde Yonca Evcimik sözü edilen bu melez albümünden Türkçe şarkılarla ekranda salınmaya başladı. O şimdi avcundaki yeni Türkçe şarkılarıyla nihayet Türk televizyonlarında aforozlara gelesi şarkısı Hot For You’yu da icra etme hakkını kazanırken bizler de sonunda bu şarkıyı o güzelim koreografisi eşliğinde baştan sona dinleyip izleme şansına erişiyorduk. Neyse ki, magazin basınının aylardır çığırtkanlığını yaptığı felaket başımıza gelmiyor, gökten ne taş yağıyordu ne de ateş topları.

Son anda gerçekleşen bir plan değişikliğiyle istikbali kurtarılmaya çalışılan bu anası Türk babası Hollandalı albüm elimize ulaştığında ise yapımın hangi tarafının hangi tarafını kurtaracağına karar veremiyorduk bir türlü. Zira sarı ve yeşil ağırlıklı kartoneti ve neon sarısı CD’si ile şöyle bir koklasak Chemistry Dance Club’ın kokusunu alacakmışız gibi gelen, lakin kapağındaki resminde bize asabi asabi bakmakta olan Yonca Evcimik’ten çekindiğimizden buna kalkışmadığımız I’m Hot For You adlı bu albümde Yonca Evcimik’ten iyi kötü bahsettireceği kesin olan İngilizce şarkıların önüne beş adet iddiasız Türkçe şarkı sıralanmıştı. Boza ve Okey Okey adlı şarkılar birer müzik felaketi olmasa da Yonca Evcimik diskografisinin alt sınırında geziyordu. Geriye kalan Dokunuver, Bitirdin Mi ve Sallan Yuvarlan adlı eli yüzü düzgün üç şarkının ise hiçbiri Yonca Evcimik’in tam da o dönem çok ihtiyacı olan kudrette bir hit değildi. Albümdeki Türkçe şarkıları Hot For You, Haydi Durma Dans Et ve Feel Your Love adlı üç İngilizce şarkı takip ediyor ve albümdeki iki Türkçe ve iki İngilizce şarkının altyapı ağırlıklı “dub” versiyonları ile yapımın repertuarı tamamlanıyordu. Böylece Yonca Evcimik’in bizzat müzik yönetmenliğini yaptığı bu bir yanı Boza’lı bir yanı Hot For You’lu yeni albümü herhangi bir hit sunamadan ve damakta bir oldu bittiye gelmişlik tadı bırakarak kapanıyordu.

Böyle bir yaradılış hikayesinin ardından bu kadarlık bir malzemeyle müzikmarketlerin raflarında alıcısını beklemeye koyulan bu albüme lokomotiflik etmek ise Boza adlı şarkıya düşüyordu. Bu şarkı Mete Özgencil’in yönettiği klibiyle ekranlarda kendine bir süre yer bulabilmiş olsa da o dönemki piyasaya hitap eden bir şarkı değildi ve dolayısıyla yapıma ticari bir başarı getiremedi. Albümün hit olma ihtimali en yüksek şarkısı Sallan Yuvarlan ise 1996 yazına doğru kliplenebildi. Yönetmenliğini Yonca Evcimik’in yaptığı bu klipte Yonca Evcimik’in henüz piyasaya sunduğu Çıtır Kızlar ve Birkaç İyi Adam da boy gösteriyor ve bu rengarenk manzarayla büyük ihtimalle çocuklar hedefleniyordu. Bu açıdan bakıldığında bu klip adeta Yonca Evcimik’i I’m Hot For You döneminin kargaşasından alıp birkaç yıl boyunca bir dizi oyuncusu olarak çocukların sevgilisi olmaya oynayacağı Çılgın Bediş döneminin kapısının önüne bırakıveriyordu.

Nitekim 1996 yazıyla birlikte Yonca Evcimik için artık Çılgın Bediş dönemi başlamıştı. Hot For You klibi uğruna kısacık kesilen saçları şimdi Bediş peruğunun altında uzuyor, söz konusu şarkının klibi ve bu şarkıyı ihtiva eden albüm ile alamadığı aferinleri çocukları ekran başına çivileyen Bediş’in “heyoo heyoo!” çığlıkları eşliğinde topluyor gibiydi Yonca Evcimik. I’m Hot For You albümü ne kadar büyük bir hayal kırıklığı yarattıysa Çılgın Bediş’in getirisi de bir o kadar ihtişamlı olmuştu. Çılgın Bediş’le gelen popülarite Yonca Evcimik’in o dönem en çok ihtiyaç duyduğu şeydi. Hal böyle olunca Yonca Evcimik’in enerjisini uzun bir süredir törpülemekte olan I’m Hot For You albümünün perdeleri daha fazla açık kalamazdı ve 1996 yazının ertesinde Dokunuver adlı şarkıya Saraybosna’da çekilen ve pek de iddialı olmayan bir kliple bu şanssız yapımın bu acıklı dönemi kapanmış oldu.

Kadrosundaki ümit verici isimlere rağmen birbirinden bağımsız ve bağlantısız iki projenin can havliyle birleştirilmesi, talihsiz şarkı seçimleri ve piyasanın nabzına haddinden fazla şerbet zerk edilmesi sebebiyle müzikal anlamda olmasa da Yonca Evcimik’e ticari açıdan o güne kadarki en büyük başarısızlığını yaşatan albüm oldu I’m Hot For You. Yonca Evcimik’in 1994 itibariyle zirvede olan şarkıcılık kariyeri 1995’te arz edildiği piyasaya birçok yönden fazla gelen bu albümün beraberinde getirdiklerinin bir sonucu olarak sekteye uğradı ve etkileri günümüze kadar sürecek olan bir “kırılma noktası” olarak Yonca Evcimik’in diskografisindeki yerini aldı. O çılgın Amsterdam gecesinde Chemistry Dance Club’ın sahnesine kim bilir ne hayaller kurarak çıkan yorumcusunu bu hikayenin sonunda Çılgın Bediş’in fantastik hayallerinin tam ortasına bırakıvermiş olması ise ironinin o pek meşhur kötü espri anlayışının bir tezahürü olsa gerek.

Yonca Evcimik | I’m Hot For You (1995)
01 Boza
Söz + Müzik: Mustafa Sağlam + Tayfun Yılmaz
Düzenleme: Cenker Sarp
02 Dokunuver
Söz: Yıldız Tilbe
Müzik + Düzenleme: Aykut Gürel
03 Bitirdin Mi
Söz: Seda Akay
Müzik + Düzenleme: Ozan Çolakoğlu
04 Okey Okey
Söz: Mustafa Sağlam + Tayfun Yılmaz
Müzik + Düzenleme: Murat Uncuoğlu
05 Sallan Yuvarlan
Söz + Müzik: Nazan Öncel
Düzenleme: Nazan Öncel + Hamit Ündaş
06 Hot For You
Söz: Richard Cameron
Müzik: Pieter Hoovers + Dennis Buné
Düzenleme: Con-Am
07 Haydi Durma Dans Et
Söz: Yonca Evcimik
Müzik: Pieter Hoovers + Dennis Buné
Düzenleme: Con-Am
08 Feel Your Love
Söz + Müzik + Düzenleme: Richard Cameron + Gerry Arling
09 Dokunuver Dub
Söz: Yıldız Tilbe
Müzik: Aykut Gürel
Düzenleme: Murat Uncuoğlu
10 Bitirdin Mi Dub
Söz: Seda Akay
Müzik: Ozan Çolakoğlu
Düzenleme: Murat Uncuoğlu
11 Hot For You Dub
Söz: Richard Cameron
Müzik: Pieter Hoovers + Dennis Buné
Düzenleme: Con-Am
12 Feel Your Love Dub
Söz + Müzik + Düzenleme: Richard Cameron + Gerry Arling

Söz: Richard Cameron
Müzik: Pieter Hoovers + Dennis Buné
Düzenleme: Con-Am

08 Eylül 2010

“Tuğçe San geliyor!” (mu?)

Ha ha ha!
Selam!
Ha ha ha!
Tuğçe San geliyor!
Ha ha ha!
San!
Ha ha ha!
Müziği duyacak çıldıracak!
Danstan asla vazgeçmeyecek!
Her zaman hissedecek!
Müziği duyduğunda ayakların yerden kesilecek!
Ha!

şeklinde özetlenebilecek son derece iddialı söylemlerle 1996’da vatan sathında boy gösterdi Tuğçe San. Bir nevi dans eden ve şarkı söyleyen bir ünlem işaretiydi. Hem de zıp zıp zıplayanından. O yıllarda Yonca Evcimik’ten ara sıra duymaya alıştığımız bir tür olan dans müziğinin kıvamını biraz koyulaştırıp içine birkaç tutam daha dans ve rap ekmiş, bu sofrayı da bir adet yılan ile renklendirmiş gibiydi. Lakin eğlence anlayışı ezelden beri “eğlen coş, işte Kiboş!” kıvamından öteye geçememiş bir halkı pek ikna edemedi Tuğçe San’ın o histerik “Gülüş cümbüş benden sorulacak! Benden sorulacak! Ha!” haykırışları. Kimse de ondan sormadı velhasıl. Biz bir vakitler Hadi Bakalım, Abone, Gir Kanıma, Aynı Nakarat ve arkadaşları patlıyor zannederken aslında Emmoğlu ve onun sülalesinin diğer fertleri çağlaya gürleye üzerimize üzerimize doğru gelmekteydi. Bu halk öyle bir “fake” attı yani müzik üreticilerine. Bu numarayı yiyen güruhun bir üyesi olarak Tuğçe San da bir hışımla çıkıverdi meydana, aynı hızla da izini kaybettirdi.

Birkaç yıldır doksanların ikinci yarısının dans müziği prensesi Tuğçe San’ın bugünkü piyasaya doğru esaslı bir “comeback” atışını nişan almış bulunduğu kulaklara çalınıyor. Şimdilerde artık bir kraliçenin ebat ve yaşına erdiğini tahmin ettiğimiz bugünün evli ve çocuklu aerobik emekçisi eskisi gibi iddialı ve epey bilenmiş bir vaziyetteymiş gerçi, fakat içine doğduğu o saadet devrinin defteri dürüleli uzun zaman oldu. Dünyanın dört bir yanında örnekleri bulunan bir müzik türünü icra ettiğini iddia edip en iç bayıcı en yorgun Türk pop müziği formülleri ve alaturkanın önde gideni pazarlama taktikleriyle yine bizim köyün bilindik zurnasını öttürerek artık kimse kandırılamıyor. Umuyoruz ki, kendisine piyasa hakimiyeti sokak satıcısı kıvamından öte bir yapımcı bulup yine o zamanlardaki gibi dürüst ve reddedilme riskini göze almış bir iş çıkarır. Kim bilir belki bu sefer gülüş cümbüş gerçekten ondan sorulur! Ondan sorulur! Ha!


Söz: Sibel Alaş
Müzik + Düzenleme: H-Two + Boomer Ranks + Michael Herzer

Çıtır Kızlar vs Spice Girls

1996’da Yonca Evcimik tarafından kurulup yeni milenyumu göremeden dağılan Çıtır Kızlar adlı grubun bir nevi Spice Girls taklidi olduğu görüşü hakimdir. Fakat tarih aksini söyler. Duyana, tabii ki.

Çıtır Kızlar’ın kurulması, şarkı ve kliplerinin piyasaya çıkması 1996 yazı henüz daha girmeden çoktan gerçekleşmişti. Spice Girls’ün ilk single şarkısı Wannabe ise aynı yılın yaz aylarında İngiltere’yi vurdu.

Dolayısıyla Take That ve New Kids On The Block gibi “boyband”lerin dünya piyasasını salladığı bir dönemde Çıtır Kızlar ile eşzamanlı olarak piyasaya salınan Birkaç İyi Adam için benzer şeyler söylenemese de Çıtır Kızlar’ın Spice Girls’ten daha önce üretilmiş bir “girlband” olduğu barizdir.

Bu sonuca varırken Spice Girls’le ilgili olarak 1994’ten 1996’ya kadar olan sürede vuku bulan kurulma, gruptan eleman kovup gruba yeni eleman alma, demolarla menajerlerin ve plak şirketlerinin kapılarını aşındırma, nihayet bir menajer bulup 1995’te bir plak şirketiyle kontrat imzalama gibi gelişmelerden ve Spice Girls’ün bunu takip eden dönemde 1996’da dünyanın huzruna çıkana kadar devam eden stüdyo çalışmalarından o dönem Yonca Evcimik’in birtakım casuslar vasıtasıyla haberdar olmadığını varsayıyoruz.


Söz: Tayfun Yılmaz
Müzik: Mustafa Sağlam
Düzenleme: Aykut Gürel

07 Eylül 2010

Ajda Pekkan kimi seçti?

1991 tarihli Ajda Pekkan albümü Seni Seçtim hem yorumcusunun hem de doksanların Türk pop müziğinin en yalnız ve öksüz yapımlarından biri. Bir o kadar da hatırlanıp dinlenilesi bir albüm. Vaktiyle elim nasıl da zor giderdi içindeki şarkılara. Zira içerdiği şarkıların neredeyse hepsinin Şehrazat ve Garo Mafyan’ın elinden çıkmış olması sebebiyle albümün genelinde bir tarz tekdüzeligi söz konusu. Bir de Yaz Yaz Yaz gibi bir şarkıyı içeren kendisinden bir yaş büyük kardeşi Ajda 1990’ın aksine kitleleri tavlamaya elverişli, adamın gözünün yaşına bakmayan, acımasız mı acımasız bir “hit” mevcut değil bu albümde.

Halbuki Seni Seçtim’in içine doğduğu Türk pop piyasası nasıl da zangır zangır sallanmaktaydı tam da bu hedeflenerek üretilmiş şarkılarla. Ajda Pekkan’ın albüm kapağındaki resimde kolunda gururla taşıdığı o iri saate inat böyle bir stratejiden uzak repertuarıyla Seni Seçtim yanlış zamanda yanlış yerdeydi. Dolayısıyla bu tür şarkıların hiddetine şiddetine teslim olmaya nicedir aç olan müzik alemi Aşkın Nur Yengi’nin Nazlanma’sı, Sezen Aksu’nun Hadi Bakalım’ı, Yonca Evcimik’in Abone’si, Hakan Peker’in Hey Corç’u ve Harun Kolçak’ın Gir Kanıma’sının etrafında fır fır dönüyor, Ajda Pekkan’ın Seni Seçtim hamlesi ise ne yazık ki pek kimsenin ilgisini çekemiyordu. Durum böyle olunca bu hit fakiri albümün tirajı resmi olmayan bilgilere göre 300 bin civarında kalıverdi. Bugün böyle bir tiraja ulaşanın topuklusundan şampanya içiliyor, isminin önüne “kraliçe”, o da olmazsa “yerli Madonna” ünvanı ekleniyor eklenmesine lakin o günlerde Ajda Pekkan’ın hit sahibi meslektaşlarının albüm tirajları milyonlara dayanıyor, Ajda Pekkan’a ise elindeki bu mütevazı tirajla bu nümayişe uzaktan bakmak düşüyordu.

Seni Seçtim’in beraberinde getirdiği bu hal ve şerait Ajda Pekkan’ı doğal olarak pek de mesut etmemiş olacak ki, vaziyeti kurtarmak maksadıyla bu albümün ertesinde derhal bir Ajda ’93 patlattı. Bu yeni albümüyle birlikte Ajda Pekkan bir yandan şarkıcılık geçmişinin çerçevesine en uzak yapımlardan ve hitlerden birine sahip olurken diğer yandan da o zamanki o tertemiz yorumunu o dönemki piyasanın alaturka yıldızları Muazzez Abacı ve Ebru Gündeş’in gırtlak nağmeleriyle tıka basa doldurarak “Sorul boanoa” şeklinde tınlayan ağdalı mı ağdalı bir şarkıcıya evriliyordu. 1991 itibariyle alıcı kaybeden şarkıcılığına yazdığı bu yanlış reçetenin bir benzeri ile Ajda Pekkan bir de 1996’da kendi adını taşıyan ve Ajda ’93 albümüne benzer eksenli bir albüm yayımlayarak asıl savaşması gereken cepheden biraz daha uzaklaşıyordu. Bu yapımın ardından Ajda Pekkan’ın artık eski şarkıları ve bu şarkıların değişik kombinasyonlarda, envayi çeşit düzenlemeyle yer aldığı nostaljik albümlerle var olduğu ya da var olmayı seçtiği bir dönem başladı. Bu dönemin sonunda Ajda Pekkan bir kez daha gömlek değiştirerek artık yeni milenyumun Demet Akalın, Bengü ve Serdar Ortaç gibi yıldızlarını da görmezden gelmeyen, mutfak tezgahında her nabza hitap edecek çeşitlilikte renk renk şerbet kokteylleri bulunduran, hem kendisine hem herkese hem de hiçbirine benze(me)yen bir “disko süperstarı” oldu.

Tüm bu hengamenin ardından bu 19 yıllık Ajda Pekkan albümü Seni Seçtim bir başka anlam kazanıyor sanki. Bu albümün getirdikleriyle birlikte Ajda Pekkan iddia edilenin aksine “seni” değil de bir başkasını seçti sanki. Vaktiyle bildiğimiz Ajda Pekkan’ın vaktiyle benimsediğimiz sesi, yorumu ve şarkı seçimleriyle son bir kez salındığı albümdü bu sanki. Hiçbiri değilse bile bir kapı eşiği.


Söz + Müzik: Şehrazat
Düzenleme: Garo Mafyan

Yıldız Tilbe | Hem kraliçeye hem krala küs, saray sürgünü.

Doksanlı yılların başında Aşkın Nur Yengi ve Yonca Evcimik’in ilk albümleriyle kanlanıp canlanan müzik dünyasının o günden bugüne gelip geçen zaman içinde kaç kişiye cesaret verdiğini tahmin etmek bile güç. En zor olan da bu dünyanın çarklarının arasında kaç kişinin emeğinin, zamanının, şarkılarının, sesinin ve hayatının paralandığını kestirmek.

Yıldız Tilbe benim bugününden en çok üzüntü duyduğum şarkıcılardan biri. Onun gibi niceleri bu kurtlar sofrasından az ya da çok hasarla, gönüllü ya da cebren ve hile ile ayrılırken o nedense ne içindeydi ne dışında, ama zararın da darbenin de alasını gördü.

Yıldız Tilbe’yi ilk olarak 1993’te Kanal 6’nın ülkenin şarkıcı yıldızlarına televizyon programı yaptırdığı bir dönemde sıranın Sezen Aksu’ya gelmesi vesilesiyle tanımıştık. Sezen Aksu’nun “show” programında Pedro Almodovar kadınları suratlı bir kadın Sezen Aksu’nun ümit vaat eden öğrencisi “Tilbe” olarak tanıtılıyor ve bu cılız kadıncağız Zülüf ve Yeter’i söylerken sesinin heybeti ve iddiasıyla ekranı dolduruyordu. O dakikalarda koca bir nesil Neşet Ertaş türküsü Zülüf ile tanışıyor, 1991’de Erol Evgin’in seslendirdiği Sezen Aksu şarkısı Yeter ise yıllar geçse de daha iyisini bulamayacağı o en çok yakıştığı gırtlak ile buluşuyordu. Ekranın diğer tarafındaki bizler de şarkı söylerken yüzü şekilden şekile giren bu “Tilbe” adlı kadının ne kadar “değişik” olduğunu hemen fark ediyorduk.

O akşamın ardından Yıldız Tilbe’den beklenen tıpkı akranları Aşkın Nur Yengi ve Sertab Erener gibi Sezen Aksu imzalı bir prodüksiyonla piyasaya ihtişamlı bir giriş yapmaktı. Lakin 1994’te Müzik Dergisi programında Şafak Karaman Yıldız Tilbe’nin Aydın Oskay imzalı Tempa Foneks etiketli Delikanlım adlı ilk albümünden haber veriyordu. Uzun zamandır yolunu gözlediğimiz bu yapım nihayet elimize geçtiğinde inanmaz gözlerle kartonetini ne kadar evirip çevirsek de hiçbir yerinde “Bu bir Sezen Aksu prodüksiyonudur.” kaşesini bulamıyorduk. Genelinde canlı enstrümanların pek kullanılmadığı ama o döneme göre farklı bir “sound” içeren bu albüm kötü bir kapak kompozisyonu ve Yıldız Tilbe’nin söz yazarı ve besteci yönüyle epey ucuza kotarılmışa benziyordu. Delikanlım derhal liste başı oldu, o günün koşullarıyla ekran Yıldız’a boyandı ve çarklar artık Yıldız Tilbe için dönüyordu. Hem de öyle bir hızla ki, bu cılız olduğu kadar talihli kızın her şey yolundayken “kraliçe” tarafından neden yalnız bırakıldığını düşünmeye bile fırsatımız olmuyordu. O yaz Romina ve Gülçin ikilisinin Kanal D’de yayımlanan Fıstıki Musiki adlı programında o Zülüf ve Yeter’i söylerken sanki biz 1993’te haşmetli Sezen Aksu’nun huzrunda şarkısını türküsünü seslendiren “Tilbe” ile yeniden tanışıyorduk.

Bu başarılı çıkışın ardından 1995 yazında yeni ama eskisini bucak bucak aratan bir albümle ve ilk zamanlarından çok daha “değişik” bir Yıldız Tilbe’yle karşılaştık. Yorumunda ve albümün genelinde “pavyon soundu” ve Ozan Doğulu’nun o gün itibariyle Yıldız Tilbe şarkılarına hiç gitmeyen düzenleme stili hakimdi. Tempa Foneks etiketli ve Dillere Destan adlı bu albüm adına yaraşır bir başarı gösteremedi. Dönemin Yıldız Tilbe aromasının bir numunesi konumundaki Vazgeçtim ve Tarkan imzalı Havalım dışında da bu albüm pek bir iz bırakmadı. Vazgeçtim’deki daha sonra Yıldız Tilbe’nin boğazına bir daha hiç çıkmamak üzere yapışacak olan gırtlak oyunları ve Havalım’ın ısmarlama şarkı abidesi olma durumu da cabası.

Dillere Destan albümü döneminde Yıldız Tilbe uyuşturucu bulundurmaktan dolayı önce karakolluk, daha sonra da medyatik oldu. “Değişik” hali ve içinde bulunduğu piyasanın “anlatılmaz, yaşanır” durumu nedeniyle değişen vehamette de olsa günümüze kadar sürecek olan bir yıpranış ve dejenerasyon dönemine girdi. Kendisini arka planı ya bir karakol girişi ya da bir mahkeme kapısı olan haberlerde görmeye alıştığımız günlerden birinde kendisine uzatılan mikrofonlara çığlık çığlığa Delikanlım’ı söylerken tüylerimi tekmili birden diken diken etmekle kalmıyor, aynı zamanda kendisine olan sempatimi de misliyle arttırıyordu. Benzer bir enstantanede Yıldız Tilbe’nin mikrofonlara “Adam öldürdüm adam!” diye haykırdığı rivayet olunur.

Alışılageldiği gibi 1996 yazı da yeni bir Yıldız Tilbe albümünü beraberinde getirdi. Bir Tempa Foneks yapımı olan Aşkperest albümü Okan Bayülgen’in o dönemde yayımlanan bir gece programında yeni şarkılarını ilk defa seslendiren durulmuş ve dinlenmiş bir Yıldız Tilbe’yle tanışmamıza da vesile oluyordu. Ardından verdiği halk konserinde önceki albümlerine (özellikle ikinci albümüne) nazaran çok daha iyi bir albümün söz konusu olduğunu anlıyorduk. Üç albüm de ele alındığında aynı formülün uygulandığı anlaşılsa da (bir damar hit, bir oynak hit, bir türkü: Delikanlım, Çal Oyna, Zülüf / Vazgeçtim, Havalım, Mühür Gözlüm / Dayan Yüreğim, Dili Ballım, Gönül Çalamazsın) Aşkperest albümünde gerek müzikal tercihleri gerekse piyasadaki duruşu ile Yıldız Tilbe kendini yeniden bulmuş gibiydi. Albümün kartoneti bize Marie Claire’den fırlamış gibi duran bir Yıldız Tilbe’nin resimlerini ve bana hep Sezen Aksu’yu anlatıyormuş gibi gelen “Devleri yakından gördüm, hepsi cüceydi cüce.” dizesini sunuyordu.

Aşkperest albümü dönemi belki o günün şartları belki de Yıldız Tilbe’nin şahsi performansı sayesinde kendisi için en verimli geçen dönemlerden biri oldu. Albümdeki hitlere çekilen klipler aracılığıyla kitlesinden uzak kalmadı ve bu dönem bir nevi günah çıkarma seansı olarak Yıldız Tilbe’nin kariyerindeki yerini aldı.

Yıldız Tilbe’nin İdobay macerasına atılması, yeni patronu İbrahim Tatlıses’in marifetiyle arabesk fantezi diye tabir edilen ne idügü bilinmez tarza bulanması ve benim elimi eteğimi kendisinden çekişim aynı tarihlere rastlar. 1998 model Yıldız Tilbe albümü Salla Gitsin Dertlerini hem yeni şarkılar hem de bilinen türküler ihtiva eden bir albümdü. Konsept yoksunu bu albümün müzik dünyasına en değerli yadigarı Havada Bulut Yok türküsü olmuştur ki, ağzı olanın söylediği bu türküyü bugüne kadar dahi Yıldız Tilbe’nin bu albümdeki yorumuna yakın kalitede bile duymuşluğum yoktur.

Hemen her albümünde olduğu gibi Salla Gitsin Dertlerini döneminde de Yıldız Tilbe kimi olaylara karışmaktan geri kalmadı ve bu alandaki kariyerinin zirvesine ulaşarak bir zamanlar huzruna “Tilbe” olarak çıktığı Sezen Aksu’yla beraber bir bar ortamındaki hadiseye imza attı. Adet olduğu üzere tekrar bir uyuşturucu macerası yaşayıp meraklı mikrofonlara “Salla gitsin dertlerini, kötü dünyanın gidişi!” diye haykırdı mı anımsayamıyorum ama sanırım bu hadiseden sonra Yıldız Tilbe’yi uzun süre ortalıkta göremedik. Bursa pavyonlarında karın tokluğuna şarkıcılık yaptığını duyduk sadece o kadar.

Tam umudumuzu yitirmiştik ki, 2001’in başlarında İstiklal Caddesi Yıldız Tilbe’nin Bin Dereden Su Getirsem Arınamazsın adlı, kariyerinin en uzun isimli ve en sevindirici hitiyle çınlamaya başladı. İdobay yapımı Gülüm adlı yeni albümünde Yıldız Tilbe sanki eski albümlerinden aldığı dersleri gözetiyor gibiydi. Her ne kadar Dillere Destan albümündeki pavyon yeniden inşa edilmiş olsa da oradaki işin birkaç gömlek üstünün icra edildiği ortadaydı. Aşkperest albümündeki müzisyen kadrosundan isimler de göze çarpıyordu. Türkü söyleme hususunda küçüklerine ablalık edecek, akranlarına örnek olacak, büyüklerini ise kıskandıracak konumdaki Yıldız Tilbe bir de türkü formunda bir hit üreterek hepimizi şaşırtıyordu. Bin Dereden Su Getirsem Arınamazsın sıcak türkü aromasıyla hit fakiri piyasayı ele geçiriyor, akabinde hepimizin gözü önünde bir mucize gerçekleşiyor ve “kral” etiketli Gülüm albümü bir nevi Aşkperest albümü tesiri göstererek Yıldız Tilbe’yi pavyon efsanelerinden yeniden İstanbul’a, müzik gündemine taşıyordu.

Hepimizle beraber Yıldız Tilbe de bu dönemle birlikte artık kişinin yarattığı skandal, attığı göbek, salladığı popo, kıvırdığı bel ve gösterdiği et kadar var olduğu bir buhran devrine girdi. Hiçbir vaatte bulunmayan görsel varlığından dolayı ve piyasanın en kaliteli seslerinden birine sahip olmasına rağmen müzik gündeminin sadece arka planı olabileceği bir çağ idi bu. Böyle bir atmosfere saldığı Haberi Olsun adlı 2002 tarihli albümünü bu yeni çağın artık iyice kemikleşmiş biraz arabesk biraz fantezi biraz da pavyon kokan Yıldız Tilbe tarzından muzdarip bir hit taşıyordu. Bu albüm Yıldız Tilbe diskografisinin alelade bir parçası olmaktan ziyade Yıldız Tilbe’ye bu devirde artık hangi şarkı sözleri, nasıl besteler, ne gibi gırtlak nağmeleri ve ne tarz düzenlemeler ile ayakta kalabileceği sırrını bahşeden bir yapımdı. Delikanlım’daki Yıldız Tilbe’yi hasretle anar olmuş, lakin Dillere Destan’daki Yıldız Tilbe’ye bile razı olacak durumdaki bir kısım müzikseverin defaatle hayal kırıklığına uğrayacağı bir dönemin kapısı aralanıyordu şimdi. Yıldız Tilbe’nin her ne olduysa artık bu piyasada “Tilbe” olarak barınamayacağına kani olacağı, modern sound ile bütün bağlarını koparıp çok kısa aralıklarla piyasaya birbirine çok benzeyen ama Tilbe’ye hiç benzemeyen çığlık çığlığa albümler sunarak görüş alanımızdan tamamen çıkacağı bir devirdi bu. Öyle bir devir ki, onu vaktiyle İzmir pavyonlarından İstanbul masalına taşıyan “kraliçe” masalın hemen ikinci sayfasından beri yaptığı gibi olan biteni sarayın yüksek pencerelerinden sükut ile seyreyleyecek, masalın Bursa pavyonlarında acı bir son bulmamış olmasını sadece kendi kudretine bağlayan “kral” da tahtının önünde diz çökmeye yanaşmayan Yıldız Tilbe’yi bir hışımla saraya adımını atmaktan men edecekti ve biz tüm bu olup biteni vaktiyle oturma odamıza Tilbe’yi getirmiş olan ekrandan artık yaşını başını almış gözlerimize inanamayarak izleyecektik.

Bu hayatın eğer gerçekten bir tokadı varsa Yıldız Tilbe de onunla en yakın teması gerçekleştiren insanlardan biri olsa gerek. Ailevi problemleri, bu camia içindeki sorunları, bir ara baş gösteren sağlık problemleri gibi kimi sille ile sanki tersine işleyen bir masalın bahtsız bir kahramanı. Kristal pabuç tam ayağına olacakken masalın ilk sayfasına dönen, hem kraliçeye hem krala küs, saray sürgünü. Kendisini ilk albümü yayımlandıktan sonra ilk kez 1994’te Gecenin Rengi programında görmüştüm. Saçlarını savura savura Sana Değer adlı şarkısını söylerken halbuki ne kadar mutlu görünüyordu. Sahi, masallar da zaten hep böyle bitmez miydi?


Söz + Müzik: Sezen Aksu